EKONOMİ gazetesinin PwC işbirliği ve Sabancı Holding ana sponsorluğunda düzenlediği geleneksel “Dönüşen Liderlik Zirvesi”, bu yıl “Makronun Baskısında Mikroyu Yönetmek” temasıyla gerçekleştirildi. Reel sektör, finans hizmet ve tarım sektörlerinden çok sayıda katılımcının davetli olduğu zirvede yatırım ve rekabetçilikten girişimcilik ekosistemine, dönüşümden yapay zeka ve yeni ekonominin fırsatlarına uzanan geniş bir yelpazede sunumlar yapıldı; tematik tartışma oturumları düzenlendi. Zirvede ayrıca, jeopolitik riskler ekseninde Türkiye’nin doğru dış politika tasarımı da ele alındı.
Reel sektör, finans dünyası ve akademi çevreleri, bu yıl .sü düzenlenen “Dönüşen Liderlik Zirvesi”nde bir araya geldi. Türkiye’nin önde gelen şirketlerinden 150 CEO’nun katıldığı zirvede hem dalgalı denizde şirketlerin nasıl bir rota çizeceği ele alındı, hem yeni trendler tartışıldı. “Makronun Baskısında Mikroyu Yönetmek” temasıyla gerçekleştirilen zirvenin buluşma noktası Sapanca oldu.
Türkiye ekonomisinin en büyük reel sektör buluşmalarından biri “Dönüşen Liderler Zirvesi” hafta sonu 150 CEO’nun katılımıyla Sapanca’da gerçekleştirildi. EKONOMİ Gazetesi ev sahipliğinde PwC Türkiye’nin içerik işbirliğinde ve Sabancı Holding Ana Sponsorluğu’nda 3’üncüsü gerçekleştirilen zirve, Elite World Grand Sapanca’da, “Makronun Baskısında Mikroyu Yönetmek" temasıyla yapıldı.
Zirvede, iş ve akademi dünyasının önde gelen isimleri, görüşlerini katılımcılarla paylaştı. Gün boyu süren zirve kapsamında düzenlenen oturumlarda; iş dünyasının ihtiyacı olan rota belirlenmeye çalışılırken, yerelden küresele uzanan başarı hikâyelerinden döngüsel ekonomiye, rekabetin değişen yüzünden riski an anlama ve yönetmeye kadar çok sayıda başlık ele alındı.
EKONOMİ Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ, Yazı İşleri Müdürü Handan Sema Ceylan ve PwC Türkiye Kıdemli Ortağı Cenk Ulu’nun hoşgeldin konuşmalarıyla başlayan zirvenin akışını ise Yatırım Finansman Direktörü Dr. Barış Esen yönetti.
Zirvenin açılış konuşmasını Sabancı Holding CEO’su Cenk Alper gerçekleşirken, ekonomistler; Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Eski TCMB Baş Ekonomisti Prof. Dr. Ali Hakan Kara, TO TOBB ETÜ Öğretim Üyesi ve EKONOM Gazetesi Yazarı Prof. Dr. Fatih Özatay ile TSKB Baş Ekonomisti Burcu Ünüvar güncel ekonomik verileri değerlendirdi. Pr Prof. Dr. Ali Hakan Kara’nın zirvede yaptığı konuşmada, “Para politikası uzun süre sıkı kalacak. Bu aşamada yumuşak iniş senaryosu temel olacak. Sert bir iniş beklemiyorum. En önemli konu programın sürdürülebilirliği” tespiti gündeme damgasını vurdu.
Zirve’nin, ana sponsorluğunu Sabancı Holding üstlenirken, içerik partneri PwC Türkiye, etkinlik sponsoru Eksim Holding ile Cengiz Holding şirketlerinden Eti Bakır, oturum sponsoru Hepsiburada, iletişim sponsoru Türk Telekom, destek sponsorları Agro-Tech, Ağaoğlu, İşkur Holding, Evyap, Fersan, MKSDevO, Kariyer.net, Rönesans Gayrimenkul, TSKB, özel sponsorlar Yayla, SushiCo, CVS Hava Kent-Portföy, Cerebrum Tech ve The Purest Solutions oldu. Dönüşen Liderlik Zirvesi, Anadolu Efes’in yüksek katkılarıyla gerçekleştirildi. Zirve, gala yemeğinin ardından Zafer Algöz ve Can Yılmaz’ın “Burada Olan Burada Kalır” isimli gösterisiyle son buldu.
SABANCI HOLDİNG CEO’SU CENK ALPER:
Şeffaf olacağız, sorumlu olacağız, ekosistemlerle birlikte hareket edeceğiz
Sabancı Saba Holding CEO’su Cenk Alper, şirketlerin bulundukları ekosistem ve dünya adına sorumluluk bilinci ile hareket etmesinin önemine dikkat çekti. Bugün herkesin sorumlu yönetim politikasına sahip olması gerektiğinin altını çizen Alper, her bir bireyin attığı her adımın kendisi dışında dünyaya da etkisi olduğunu vurgulayarak, “Bugün, yarının seçimlerini düşünen sorumsuz liderler, Ortadoğu’da sağa sola bomba atan ülkeler nedeniyle buradayız. Bireyden başlayarak yapmamız gereken; şirket, ülke ve dünya olarak sorumlu olmamız” dedi. Cenk Alper, “Dünyada politik krizler var. İhracatla büyüyelim diyoruz ihracat pazarları alt üst olmuş durumda. Enflasyon ile devalüasyon arasındaki farktan dolayı rekabetçiliği kaybediyoruz. İhracat fiyatlarını dolar ve Euro olarak artıramıyoruz. Enflasyon muhasebesi içinde dilemma yaşıyoruz. Krizlerde ‘nakit kraldır’ deriz ama bugün nakdin parasal zarar olduğunu görüyoruz. Nakit, parasal zarar olarak enflasyon muhasebesinde eksi yazdı. Stoklarımızın maliyeti artıyor, varlıklarımız değerleniyor. Her şey karlılığımızı daha aşağı çekiyor. Ama biz sadece kendi şirketimizin karlılığı için fiyatları artırmaya devam edersek, makroya baskı yapmış olacağız” değerlendirmesini yaptı.
Bugün ülke olarak sorumluluk bilinci ile nefesimizi tutmak zorunda olduğumuzu dile getiren Alper, şöyle devam etti: “Zor bir sene ama önümüzdeki sene daha zor olacak. Ama başka çaremiz var mı? Bunun daha beterini yaşadık. Bir daha Ortodoks olmayan politikalara geçme lüksümüz var mı?
Sürekli seçimler yapmalı ve bunu yaparken de attığımız her küçük adımda sadece mikroyu değil makroyu da düşünerek sorumlu davranmalıyız. Doğru yolda sorumlu bir şekilde davranmamız gerekiyor. Şeffaf olacağız, sorumlu olacağız, ekosistemler olarak birlikte hareket edeceğiz.”
Uzun dönemli planlar yapmanın zorluğuna işaret eden Alper, eskiden 10 yıllık yapılan planların artık işlevini yitirdiğini anlattı. Alper, “Eskiden 10 yıllık planlar yapardık, artık yapamıyoruz. X artı 5 yıllık planlar yapıyoruz ama onu da rakamsallaştıramıyoruz. Çünkü 3 ay sonrasını tahmin edemiyorsunuz. Ama dünya trendlerini olabildiğince yakından takip etmeye çalışıyoruz. Onun için bizim kendi yetkinliklerimizle güçlü olabileceğimizi düşündüğümüz trendler ile yetkinlikleri birleştirip rekabetçi avantajlar sağlıyoruz” dedi.
Geleceğin teknolojilerini şekillendiren olabiliriz
Alper, “Dünyada bir sürü dalgalar var. Toplam kalite yönetimi, ileri veri yönetimi. Şimdi de yapay zeka… Bir anda herkes aynı şeyi yapar hale geliyor. Hepimiz sürdürülebilir oluyoruz, yapay zeka konuşuyoruz” diyerek, şunları kaydetti: “Ben 1994’te master’ımı yapay zeka üzerine yaptım. Bu teknoloji 50’lerde başladı. 75 yıl sonra hepimiz yapay zeka konuşmaya başladık. 75 yıl boyunca gelişen teknolojinin müşterisiyiz ama farkında değiliz. Bu teknolojilerin şekillendireni olabiliriz.”
Yenilenebilir enerjide Çin’in geldiği noktayı örnek veren Alper, “Bugün Çin’de üretilmeyen bir malzeme ile güneş paneli yapılamıyor. Bu değer zincirinin ağası Çin. Her bir kurulan panelde onlar çok daha büyük para kazanıyor. Biz bugünü yönetmek için birtakım teknolojilerin müşterisi oluyor, bugünü kurtarıyoruz. Ama onlar 30-50 yıllık planlar yaparak geleceği şekillendiriyor. Bizler geleceği şekillendirmeliyiz. Bu, ortak akıl ile hareket etmezsek olmaz. Bizim seçilmiş konularda geleceği şekillendirecek teknolojilerin oyun kurucusu olmamız lazım. Aksi halde o teknolojilerin müşterisi olacağız” dedi.
Alper, Sabancı Holding olarak düzenledikleri Gençlik Seferberliği’ne de dikkat çekerek, “Geçen sene 15-34 yaş arasında 329 bin genç bu ülkeden ihraç edilmiş. Gençleri burada tutmazsak onların ürettiği hizmetleri, teknolojileri ihraç etmezsek olduğumuz yerde saymaya devam ederiz” diye konuştu.
RİSKİ ANLAMAK: JEOPOLİTİK
“İsrail NATO üyesi, Türkiye’ye saldıracağını düşünmüyorum”
Zirvede, riskler masaya yatırılırken, ilk asansör konuşmasında jeopolitik ele alındı. EKONOMİ Gazetesi Dış Politika Yazarı Zeynep Gürcanlı, Türkiye’nin Suriye’deki son büyükelçisi Ömer Önhon’la güneyimizde ve kuzeyimizde yükselen tansiyonu tartıştı.
Emekli Büyükelçi Ömer Önhon: 7 Ekim’de yaşanan saldırılar aslında İsrail'in 11 Eylül’ü. Yahudiler için İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük travma. İsrail’in karşı hamlesi de bölgeye yayıldı. Yemen, Suriye, İran, Lübnan birer cephe haline geldi. Amerika’nın İsrail’in tamamen yanında olduğunu görüyoruz. Körfez bölgesi ülkeleri Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan BAE de şikayetçi değiller. Mıntıka temizliği yapılıyor. Türkiye’nin ise İsrail ile 2002’den bu yana inişli çıkışlı bir ilişkisi var. Eylül 2023’te Netanyahu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan buluştular, mesajlar verdiler ancak ilişkiler yeniden gerildi. Türkiye, tepkilerini tarihin doğru tarafında durmak olarak belirtiyor. Gazze'deki saldırılar kabul edilebilecek şeyler değil, ancak tepkinin ölçüsü önemli. İsrail NATO üyesi, Türkiye’ye saldıracağını düşünmüyorum. Bölge yeniden yapılanıyor, İsrail bu maksatla yola çıktı. Savaştan önce Netanyahu’nun bulunduğu konum çok kötüydü. Şimdi kahraman oldu ülkesinde, bu sebeple devam ettirecek.
RİSKİ ANLAMAK: İKLİM-TOPLUM
“Benden vazgeçip, bize gelme zamanı geldi”
Zirvenin, Riski Anlamak isimli asansör konuşmalarının bir diğeri EKONOMİ Gazetesi Koordinatörü ve Sürdürülebilirlik Editörü Didem Eryar Ünlü’nün yönettiği “İklim, Toplum ve Toprak”tı. Bu bölümde; TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Onur Ünlü, Yuvam Dünya Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Kıvılcım Pınar Kocabıyık ve Agrotech Yüksek Teknoloji ve Yatırım AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Hümeyra Gökçen Keskin ile riskleri masaya yatırdı.
Yuvam Dünya Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Kıvılcım Pınar Kocabıyık: İklim krizi sadece çevresel kriz değil, ekonomik kriz, sağlık krizi, kadın hakları krizi var. Çok ağır bir krizle karşı karşıyayız. Kurucularımız iş dünyasından isimlerden oluşuyor. Çünkü bu krizin en büyük sorumlusu iş dünyası. Hikayenin değişmesi gerekiyor. 40 yıldır diyoruz, değişen bir şey yok. İlk yaptığımız iklim krizinin ortaokul-ilkokul müfredata almaktı. Türkiye de müfredata koyan 3’üncü ülke oldu. Dizilere koyuyoruz. Ay Yapım’la işbirliğimiz var, bu inanılmaz etkili yöntem. Artık kimse tepeden inme mesaj istemiyor. Dünyada dert çok. Liderlerin kendine şunu sorması gerek: “Ben bu dünyada hangi derdi dert ediniyorum.” Gençliğe kulak veren liderler en önemlisi. Onların sözüne kendi sözünüz kadar önem verebiliyor musun? İşte küresel sorunlarla böyle mücadele edebiliriz.
“Mevzuat tsunamisinde doğru kaynakları desteklemek gerek”
TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Onur Ünlü: İklim kriziyle, hepimizin hafızalarındaki eriyen buzulların bir parçasına çıkmış yalnız bir kutup ayısının görseliyle tanıştık. Bir süre, iklim krizi “Gerçekten var mı, yok mu” diye tartıştık. Şimdi artık kimse bunu tartışmıyor. Dünyanın kaynak kullanımı 3 kat arttı, buna ne dayanır? Kredi kartınızla gelirinizin 3 katı para harcarsanız, sonunda haciz memurları gelir. İklim değişikliği öyle adil ki; din, dil, ırk, kadın, erkek, futbol taraftarı fark etmiyor. Şeffaf, eşit ve acımasız… Rakamlar, çarpıcı gerçeği gözler önüne seriyor. 2022 yılında 346 sel vakası oldu, 243 de vahşi yangın çıktı, tarım arazilerine yüzde 30 oranında daha az yağış düştü.
Her şeyi teşvik edersek hiçbir işi teşvik edemeyiz
Dönüşüm şart, şimdi ‘dönüşümün hızı ne olmalı’ diye tartışmalıyız. Eski köye yeni adet getirmemiz, yeni iş yapış şekillerini geliştirmemiz lazım. Kendimize faydalı app’leri hemen telefonumuza indiriyoruz. Konu işlerimize geldiğinde daha temkinliyiz. Değişim süreci KOBİ’ler için zor. Avrupa’dan gelen bir mevzuat tsunamisi, terim yağmuru var.
Döngüsel ekonomi, emisyon azaltımı, karbon ticareti, sürdürülebilirlik bu kelimelerin de içini boşaltıyoruz, her şeyin başına ekliyoruz. Manipülatif sis tabakası da var. İş dünyası nasıl yapsın, sabah 4’te çıkan Resmi Gazete’deki kanuna göre mi hareket etsin, yoksa Avrupa Birliği'nden gelene mi baksın….
Gümrük Birliği güncellenmeli ama bugünün şartları ile güncellemenin de anlamı yok. Küçük ve Orta Boy İşletmeleri (KOBİ) dikkate almak lazım. Çünkü büyük şirketler bir şekilde dönüşümü başarabiliyor. Bir gerçek var ki; o da yeşil dönüşümün maliyeti azalttığı, kârlılığı artırdığıdır. Uluslararası tedarik zincirlerinde payınız artıyor. Yaptığımız yatırımın getirisi varken, neden yapamayasınız.
“Arazilerimin yerini binalar almasın diye halka arz ettim”
Agrotech Yüksek Teknoloji ve Yatırım AŞ YK Başkanı Hümeyra Gökçen Keskin: Biz Agrotech’te dünyanın en eski mesleği ile en yeni mesleğini birleştirmiş olduk: Tarım ve teknoloji… 3 milyon metrekare arazilerimizde domatesten çileğe kadar üretim yapıyoruz. 200 bin metrekare seralarımız var. Topraksız tarım yapıyoruz. Teknoloji tarafında terzi işi çalışıyoruz. e-sağlık e-nabız, e-devlet gibi sistemleri yapıyoruz, her yere ihraç ediyoruz. Doğa öngörülemez bir şey. Bir gün kar yağmur fırtına, ertesi günü kavurucu sıcak olabiliyor. Doğanın öngörülemezliğinin karşısında teknolojiyi iyi kullanmak lazım. Damla sulama kullanıyoruz. Yağmur suyunu topladığımız su havzalarımız var. Sele karşı taraça sisteminde üretim yapıyoruz.
Türkiye’nin tam bağımsızlığı için tarım çok önemli
Türkiye’de araziler miras yoluyla bölünmüş durumda. Çiftçi alım garantisi olmadığı için toprağa küstü. Ülkemizin tarım arazilerinin 3’te biri ekiliyor. Çiftleri toprakla barıştırmak lazım. Tarım meslek liselerinin sayısını artırmak, çocukları özendirmek gerek. Ülkenin tam bağımsızlığı için tarım çok önemli. Toprağa dönüşü başlatmak lazım. Sanayici babanın kızı, çiftçi babaannenin ilk torunuyum. 10 yıldır kendi arazilerimde çiftçilik yapıyorum. Arazilerimin yerini binalar almasın istedim, halka arz ettim.
YENİ EKONOMİNİN YENİ FIRSATLARI
İşler dönüşüyor, Türkiye’nin şirketleri trendleri yakalıyor
CNBC-e Genel Yayın Yönetmeni Servet Yıldırım moderatörlüğünde Türk Telekom Ventures CEO'su Muhammed Özhan, Ağaoğlu Şirketler Grubu CEO'su Burak Kutluğ, Hepsiburada CFO'su Seçkin Köseoğlu ‘Yeni Ekonominin Yeni Fırsatları’ panelinde konuştu.
“Şirketler artık sadece karlılığı artırmak için çalışmıyor”
■ Hepsiburada CFO'su Seçkin Köseoğlu: Yeni ekonomi deyince iki temel unsur aklıma geliyor: Biri değerler ve paydaş ilişkileri ile ilgili, ikincisi teknoloji ve dijitalleşme. Şirketler artık sadece kârlılığı artırmak için çalışmıyor. Sürdürülebilirlik, topluma fayda da artık çok önemli. Çalışanlar da aldıkları maaşın yanında çalıştıkları şirketin ne değer kattığını önemsiyor. Müşteriler ürünlerin fiyatı kadar sürdürülebilirliğine de önem veriyorlar.
Teknoloji verimi artırıyor. Risklere karşı krize karşı yanınızda oluyor. Ana işimiz e-ticaret dışında da Hepsijet kargo, Hepsipay fintech çözümümüz var. Akıllı operasyon merkezlerimizde milyonlarca ürünün optimum stoklanması ve bunların en düşük maliyetle dağıtılmasına yönelik akıllı algoritmalar var. Çoklu araç optimizasyon programlarıyla hem sevkiyat sürelerini hem de alınan mesafeyi kısaltıyoruz maliyetleri azaltıyoruz. Son iki yılda kârlılıkta ciddi iyileşme gerçekleştirdik. Verimliliği artıracak alanlara odaklandık. Ancak uzun vadede başarıyı sürekli kılacak tek önemli şey, müşteri sayısını, memnuniyetini, sadakatini artırmak.
Girişimcilikte büyüyen alanlar; biyoteknoloji, sağlık ve yapay zeka
■ Türk Telekom Ventures CEO'su Muhammed Özhan: 2012 yılından beri girişimcilik ekosistemini destekliyoruz. 2018’de şirket kurarak daha gerçekçi hale getirmeye çalıştık. Temel stratejimizin tabanında insana yatırım, doğru kişiye yatırım yapmak var. Üst tabanda ise belirlediğimiz stratejik sektörler var. Telekomla çok alakası yok ama biri sağlık. Son dönemde yoğunlaştığımız alan biyoteknoloji. Burada özellikle ilginç fırsatlar var. Onun dışında yapay zekayı önceliklendiriyoruz. Yurtdışında bir fon ile ortaklık kurduk. Bu fonla birlikte 5 milyar dolar değerlemeli yapay zekâ girişimi Cohere, yatırım yaptık. Yeni dönemde girişimcilikte büyüyen alanlar, biyoteknoloji, sağlık teknolojileri, yapay zeka alanları…
Makro bir yere ateş ediyor, elimizde hedef tahtası tutturmaya çalışıyoruz
■ Ağaoğlu Şirketler Grubu CEO'su Burak Kutluğ: Biz inşaat firması olarak akıllarda yer etmiş olsak da aslında geliştirici firmayız. Yenilenebilir enerjide de varız. Makro bir yere ateş ediyor elimizde hedef tahtası mikro olarak tutturmaya çalışıyoruz. Belirli olan tek şey var, hiçbir şeyin belli olmadığı... Bu ikilemde ya biz bu geliştirici kaslarımızı kaybedeceğiz ya da makronun bizden istediği kaynağın olduğu nihai alıcının olduğu alanlarda bir şeyler geliştireceğiz. Elektriğin artık sadece aydınlanma olmadığı ulaştırma olduğu datayı beslemesi gereken bir döneme giriyoruz. Hidrojen ve depolama teknolojileriyle de ciddi anlamda ilgileniyoruz. Arazide sadece inşaat yapılmayacağını düşünüp ekmeye de başladık. Meyve tarımcılığı ile işe başladık.
“Nitelikli çalışanda sadakat azaldı”
“Riski Yönetmek” isimli asansör konuşmalarının “Yeteneği Yönetmek” başlığındaki toplantısında KariyerNet CEO’su Fatih Uysal’a EKONOMİ Gazetesi Bölge Koordinatörü Ömer Faruk Çiftçi soru yöneltti.
■ KariyerNet CEO’su Fatih Uysal: Günümüzde makronun baskısında insan kaynağını (İK) yönetmek zor. Özellikle nitelikli insan kaynağına ulaşmak ve elde tutmak eskiye göre çok daha güç. Ancak bunu doğru yöneten şirketler üretkenlik ve kârlılıkta diğer şirketlerle arayı açıyor. Çünkü nitelikli insan kaynağını kaybedince yerine koymak çok zor. Şu anda sektörlerde en çok gördüğümüz iş teklifi alma sayısının artması… Bu aslında nitelikli insan kaynağı havuzunun kısıtlı olmasından kaynaklanıyor. Bir diğer etken de beyin göçü ihracının artması. Ama işler değiştiğinde aynı insan kaynağı havuzunu bulamıyoruz. Araştırmalarımıza göre işe başladıkları an adayların yüzde 41’i tekrar iş başvurusunda bulunuyor. Bunun en büyük sebebi makro sebepler ve ücret seviyelerinin enflasyonun altında kalması. Sadakatin geçmişe göre özellikle de nitelikli çalışanlarda azaldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu dönemde şirket bağlılığını sağlamak çok daha önemli.
YETENEĞİ YÖNETMEK
“Nitelikli çalışanda sadakat azaldı”
“Riski Yönetmek” isimli asansör konuşmalarının “Yeteneği Yönetmek” başlığındaki toplantısında KariyerNet CEO’su Fatih Uysal’a EKONOMİ Gazetesi Bölge Koordinatörü Ömer Faruk Çiftçi soru yöneltti.
■ KariyerNet CEO’su Fatih Uysal: Günümüzde makronun baskısında insan kaynağını (İK) yönetmek zor. Özellikle nitelikli insan kaynağına ulaşmak ve elde tutmak eskiye göre çok daha güç. Ancak bunu doğru yöneten şirketler üretkenlik ve kârlılıkta diğer şirketlerle arayı açıyor. Çünkü nitelikli insan kaynağını kaybedince yerine koymak çok zor. Şu anda sektörlerde en çok gördüğümüz iş teklifi alma sayısının artması… Bu aslında nitelikli insan kaynağı havuzunun kısıtlı olmasından kaynaklanıyor. Bir diğer etken de beyin göçü ihracının artması. Ama işler değiştiğinde aynı insan kaynağı havuzunu bulamıyoruz. Araştırmalarımıza göre işe başladıkları an adayların yüzde 41’i tekrar iş başvurusunda bulunuyor. Bunun en büyük sebebi makro sebepler ve ücret seviyelerinin enflasyonun altında kalması. Sadakatin geçmişe göre özellikle de nitelikli çalışanlarda azaldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu dönemde şirket bağlılığını sağlamak çok daha önemli.
GÜVENLİ GIDA
“Çıkış yolumuz Türk mutfağı olur”
Riski Anlamak bölümünde “Gıda Güvenliği” konusunu EKONOMİ Gazetesi Tarım Yazarı Ali Ekber Yıldırım sordu, TÜSEDAD Başkanı Sencer Solakoğlu cevapladı.
■ TÜSEDAD Başkanı Sencer Solakoğlu: Makronun baskısında tarımı konuştuğumuzda, mikroyu doğru yönetmeliyiz. Ama biz bunun yönetimini eğitimde en düşük puan almış ziraat mühendisleri ile yapmak zorundayız. Bu durum ülkenin tarımdan ne kadar bihaber olduğunun tablosu... Tarım adeta açık hava kumarhanesi gibi; geçen sene domatesin tonu 5 bin TL’ye satarken, şimdi 1600 TL’ye satıyoruz. Hem de girdiler ve diğer maliyetler artmışken… Bunun düşmesinin sebebi de tamamen plansızlık. O kadar sığ bir piyasa var ki; bir otelin artan talebi bile et fiyatlarını yükseltebiliyor. Bu noktada Türk tarımını kurtaracak en önemli konu yerelde markalaşmak. Tarımda marka olmadığı gibi bir indirim marketler konusu var. Biz markaları kaybedince daha ucuza tüketiyoruz gibi düşünüyoruz ama ucuzu tüketmenin bedeli çok ağır. Türkiye’nin önünde müthiş bir fırsat var. Şöyle ki; dünyada genel anlamda bir sağlık trendi var, daha az işlenmiş gıdaya teveccüh artıyor. Öteki taraftan bunun tam olarak ne olduğu bilinmiyor. Aslında Türk mutfağının genelinde de bu var. Eğer biz rafine Türk mutfağını markalaştırabilsek mesela bir eski Trakya peynirinin tadını alan parmesanı unutacak. Ama bunu deneyimletmeliyiz; Los Angeles’ta da deneyimletmeliyiz.
RİSKLERİ YÖNETMEK
“Şirketlerin siber güvenlik tatbikatı yapması lazım”
EKONOMİ Yayın Kurulu Başkanı Şeref Oğuz “Riskleri Yönetmek” isimli asansör konuşmasının “Dijitalleşme” kısmında Cisco Türkiye CEO’su Didem Duru ile konuştu.
Cisco Türkiye CEO’su Didem Duru: Dünya genelinde bir yılda 800 milyar siber güvenlik olayı çıkıyor. 2023’te 30 binden fazla güvenlik açığı yayınlandı ve bunlar için yama yapılması gerekli. Yama yapılmasının da ortalama süresi 50 gün. Hemen müdahale etmek mümkün değil. Bugüne gelene kadar her şey daha kontrollüydü. Ancak çok fazla değişim oldu. Son 2 yılda herkesin yapay zeka ile bir şey yaptığına şahit oluyoruz. Bunun güvenlik açığına ne kadar yol açtığını bilmiyoruz. Dolayısıyla burada en önemli konu veri. Verisi kuvvetli olan, verisini iyi kullanan kazanacak. Bizim verimize sahip çıkıp onu korumak için nasıl kullanabileceğimize bakmamız lazım. Elimizdeki veriyi kullanarak siber güvenlik tatbikatı yapmamız lazım. Ve buna artık daha fazla para harcamamız lazım. Bilgi teknolojilerini artık sadece bilgi teknolojileri gruplarının problemi olarak görmemek lazım. Gençleri daha donanımlı hale getirmeliyiz. Türkiye burada iyi gidiyor.
DİRENÇLİ KENTLER YARATMAK
“Toplumda kentsel dönüşüm okur yazarlığının gelişmesi şart”
EKONOMİ Yazarı Mete Belovacıklı da Ege Yapı Yönetim Kurulu Başkanı İnanç Kabadayı ile “Dirençli Kentler Yaratmak” konusunu ele aldı.
Ege Yapı Yönetim Kurulu Başkanı İnanç Kabadayı: Türkiye’de deprem konusunda bir kum saati var ve deprem kuşağındaki bazı bölgelerde bu kum saati geriye doğru çalışıyor. Türkiye’nin bütün deprem kuşağındaki illeri depreme dirençli hale getirmeliyiz. Bu konuda kanun var ancak bu tek başına kamunun üstleneceği bir konu değil. Bu noktada kentsel dönüşümün finansmanı önemli bir unsur. Şehirlerimizin depreme dayanıklı hale getirilmesi vizyonu var, ama ona doğru adım atılması lazım.
Türkiye’nin ticaretinin büyük kısmını yüklenen, büyük holdinglerine ev sahipliği yapan İstanbul ve Marmara Bölgesi’nin depreme karşı ciddi şekilde dönüşmesi lazım. Bu konuda hızlı adımlar atılması gerekiyor. Böylece deprem geldiği gün insanımız hazır olmalı. Bunu hiç beceremiyor değiliz; ama toplumda kentsel dönüşüm okuryazarlığının gelişmesi şart.
Vatandaş daha da bilinçlenmeli, çünkü kentsel dönüşüm sadece bir metrekare sorunu değil. Her gelir kesiminde bu konuda direncin yüksek olduğunu görüyoruz. Büyük şehirler inanılmaz sıkıştı, kontrolsüz üretim var. Yapı Denetim Kanunu aslında gayrimenkul sistemini büyük çoğunlukla kontrol altına aldı. Ama mevcut yapı stoku çok geride, bunun dönüşmesi lazım.
İŞ DÜNYASONDA DİYALOG: FUAT TOSYALI
Lokalizasyon trendi başladı yeşil ve hafif çelik önemli!
Zirveye katılan Tosyalı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fuat Tosyalı, ‘İş Dünyasında Diyalog’ oturumunda EKONOMİ Gazetesi Genel Koordinatörü Vahap Munyar’ın sorularını yanıtladı. Çeliği olmayan ülkenin bağımsızlığından söz edilemeyeceğinin, kalkınmanın da olamayacağının altını çizen Tosyalı, sektörünün küresel ısınma ve çevresel konularla ilişkisine dikkat çekti. Küresel ısınmanın ana faktörlerinden birinin de çelik üretimi olduğuna değinen Tosyalı, “Öyle bir kompozisyon yaratmalıyız ki, hem çelik üretimini devam ettirmeli hem de dünyanın geleceğini korumalıyız. Burada sorumluluk çelik üreticilerine, doğal olarak bizlere düşüyor” dedi.
Çin, ürettiği çelikle dünyaya ton başına 3 bin kg karbon salıyor
Küresel ısınmanın en büyük nedenlerinden birinin çelik üretimi olduğunu ifade eden Tosyalı, sektörde köklü değişikliklerin kaçınılmaz olduğunu söyledi. Çelikte küresel üretimin 2 milyar ton olduğunu kaydeden Tosyalı, “Bunun 1 milyar tonu Çin’de üretiliyor. Çelik üretimi çok yüksek enerji gerektiriyor. Bugüne kadar süregelen yöntemlerde çelik, kömür bazlı fosil yakıtlarla üretiliyor. Dünya çelik üretiminin enerji tüketim dağılımına bakarsak, çelik üretiminin yüzde 70’i fosil yakıtlı enerjilerden üretiliyor. Çin 1 milyar ton çelik üretiminde ton başına üretimde 3 bin kilogram civarında karbon salarak dünya küresel ısınmasının en büyük aktörü” diye konuştu.
Dünyanın çok uzun zamandır globalizasyon trendinin peşinde koştuğuna vurgu yapan Tosyalı, şöyle devam etti: “Nitekim Çin’e baktığınızda dünyanın her yerine istila seviyesinde mal sevk ediyor. Endüstride verimlilik ölçekle olur. Yatırım yapacağınız parayla ne kadar büyük ölçekli iş yaparsanız birim maliyetiniz de daha düşük oluyor. Çin bunun avantajını kullanıyor. Çok büyük bir tüketim alanı var. Ama bugün, farklı bir durumla karşı karşıyayız. Biz bu globalizasyon trendinin lokalizasyona dönüşeceğini 20 sene önceden görmüştük. Çok yoğun ihracat yaptığımız pazarların bir gün artık kendi ihtiyacını kendi üretme hevesine düşeceğini gördüğümüz için o pazarlara yatırım yaptık ve nitekim de başarılı olduk. Biz hala lokalizasyon yatırımları çerçevesinde Avrupa’da satın almalar yapıyoruz. En son İspanya’da bir tesis satın aldık, Avrupa’da başka lokasyonda da arayışlarımız var. Artık öyle bir noktadayız ki, hem taşıma maliyetlerinden kurtulmak hem de yeni teknolojilerle ürünü toplumun tam istediği oranda üretmek hedefiyle yatırım yapıyoruz.”
“Sıfıra yakın karbon çelik üreteceğiz”
Çin’in devasa çelik üretim kapasitesine rağmen, Türk sanayicilerinin daha düşük karbon ile üretim yapabildiğini belirten Tosyalı, bu farkı stratejik yatırımlarla gerçekleştirdiklerini söyledi. Dünya genelindeki büyük çelik üreticileriyle kıyaslandığında, Türkiye kendi üretim kapasitesinin daha güçlü olduğunu söyleyen Tosyalı, bunun nedeninin lokal ve nüfusa göre üretim ölçeği olduğunu ifade etti.
Dünyanın her yerindeki devasa üretimlerin dünyadaki talebe göre arzlarını şekillendireceğine dikkat çeken Tosyalı, şu açıklamaları yaptı: “Çelik endüstrisinde Sınırda Karbon Düzenlenmesi Mekanizması devreye girmeye başladı. Dekarbonizasyonlar önem kazandı. Biz bu konuda çok ciddi yatırımlar yaptık. Şu an Türkiye’de güneş enerjisinde 250 MW’ı geçtik ama devam eden 1 GW’lık yatırımımız var. İlk etapta 1,5 GW’a çıkacağız. En önemlisi biz hiçbir şekilde fosil yakıt kullanmıyoruz, daha önemlisi hidrojenden, solardan ürettiğimiz enerjiyle aynı zamanda yakıt olarak hidrojeni kullanarak neredeyse sıfıra yakın karbon çelik üreteceğiz. Türkiye’de hurdadan, Cezayir’de madenden çelik üretiyoruz. Şimdi orada da dünyanın en büyük hem solar hem hidrojen santrallerinden birinin kurulumuna başladık. Bugün dünyada fosil yakıttan çelik üretimi tonda 3 bin kilogramı bulurken, biz Türkiye ve Cezayir’de 600 kilogram seviyesinde karbon ile çelik üretiyoruz. Bunu 400 kilograma çekmeye çalışıyoruz.”
Yeşil çelik bizim için öncelik
Çelik üretiminde geleceğin ‘yeşil çelik’ ve ‘hafiflik’ üzerine şekilleneceğini ifade eden Tosyalı, doğaya zarar vermeyen yöntemlerin önem kazandığını ve bu kapsamda dekarbonizasyon süreçlerinin hızlandığını belirtti. Avrupa’da uygulamaya konulan Sınırda Karbon Düzenlenmesi Mekanizması’nın sektöre yeni bir yön verdiğini söyleyen Tosyalı, yeşil çelik üretiminin Tosyalı Holding için bir öncelik haline geldiğini açıkladı. Tosyalı, “V-Green adı altında yeşil çelik markamızı oluşturduk. Bu ürünleri ayrı fiyatlandırmalarla farklı sektörlere sunmaya başladık” dedi.
YERELDEN KÜRESELE
Hedef pazarlara göre markalaştılar, lider oldular
Yerelden Küresele başlıklı panelde hem globalleşen hem de yabancı yatırımla büyüyen firmaların başarı yolculukları ele alındı. EKONOMİ Gazetesi Başdanışman ve yazarı Dr. Rüştü Bozkurt’un moderatörlüğünü yaptığı panelde sürdürülebilirlikle birlikte entegre büyümenin yakalanması, hedef pazarlara göre markalaşma stratejileri mercek altına alındı.
“Bir atölyeden başladık ve şu anda milyonlarca insana ulaşıyoruz”
■ Fersan Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Gürhan Güven: Firma olarak, 40’tan fazla ülkeye ihracat gerçekleştiriyoruz. Üretimimizin yüzde 40’ını ihracata, yüzde 60’ını iç piyasaya sunuyoruz. Globalde pazarın önde gelen oyuncuları arasında yer alıyoruz. 1994’te yapmış olduğumuz stratejik ortaklık bize ivme kazandırdı. Yapmış olduğumuz markalaşma çalışmaları bize bazı pazarlarda lider olmamızın önünü açtı. Mesela Fransa’da Fransız bir isimle yer almamız bize başarı getirdi.
Türkiye’de ufak bir atölyeden başladık ve şu anda milyonlarca insana ulaşıyoruz. Sadakat, geleneklere, insan sağlığına bağlılık ve yenilikçilik bizim büyümemizde etkili oldu. Bu mucize ürünü daha fazla katma değerli hale getireceğiz. Sodayı sirkeyle ve vitaminlerle zenginleştirip bunu Türkiye ve dünyaya sunacağız. Tamamen insan üzerine kendi ekibimiz, müşterimiz ve tedarikçilerimize sahip çıktığımız ve markamızın arkasında olduğumuz sürece stratejik ortaklıklarımız artacak. Sürdürülebilirliğe önem vermemiz büyümemizin önemli dinamikleri arasında yer alıyor.
Gıda üreticileri olarak hepimize büyük görevler düşüyor. Biz sektör olarak Türkiye sirke pazarının yüzde 80’ini temsil eden bir dernek kurduk. Çünkü Türkiye’nin yönetmeliği Avrupa standartlarıyla uyumlu değil. Sektördeki tağşişin önüne geçmek adına böyle bir çalışma yaptık. Etiket okur-yazarlığı konusunda da yapmış olduğumuz çalışmalar var.
Ülker geliştirdiği buğdayla yüzde 40 verim elde etti
■ Ülker CEO’su Mete Buyurgan: Pandemi sürecinde gıdanın ne kadar önemli olduğunu anladık. En gelişmiş ülkelerde dahi tedarik zinciri kırıldı ancak ülkemizde kırılmadı. Dolayısıyla gıda insanlığın devamı için suyla birlikte önemli bir unsur. Son 10 yılda en önemli sorunların başında iklim değişikliği, aşırı hava olayları, biyoçeşitliliğin kaybı ve doğal kaynakların kıtlığı geliyor. Biz yılda 280 bin ton buğday alımı yapıyoruz ve tüketiyoruz bu kadar büyük bir alanda çiftçilerimizle yakından çalışıyoruz ve gelişmiş bir sürdürülebilirlik programımız var. Ülkemizde yağış rejiminin değişmesinden dolayı son bahardaki tohumlar sağlıklı yetişmiyor. Bu durum iklim değişikliğinin hayatımıza girdiğinin göstergesi.
Şirketimize gelirsek, Ülker olarak bazı bölgelerde ciddi bir pazar üstünlüğüne sahibiz özellikle çikolatada önemli bir konumdayız. 2016 yılında başlayan bölgesellikten globalliğe olan yolculuğumuz devam ediyor. 40 bine yakın kişiye istihdam sağlıyoruz. Bu değerleri bir potada birleştirme ve saygı göstermek globalleşme yolculuğunda kritik bir yere sahip.
DIŞ POLİTİKA
Refah getirmeyen dış politika başarılı sayılamaz
■Dış Politika Yazarı Soli Özel: Dış politika performansı Arap isyanlarının yönetimde yol açtığı adrenalin patlaması sonucunda 2011-2021 arasında büyük bir hasara uğradı. Bugünkü ortamda Kuzey'de ve Güney'de savaşlar olurken NATO üyesi olan ve boğazları kontrol eden bir ülkenin buralarda sözünün çok daha fazla geçerli olabilmesi, ağırlığının olması gerekirdi. Potansiyeliniz ile kapasiteleriniz arasındaki farkı iyi ölçmeniz gerekiyor. Bir ay sonra ABD’de seçimler var. Trump’ın seçilmesi halinde ABD, AB’nin güvenliğiyle yakından ilgilenmeyecek. AB’nin çoğu üyesi NATO üyesi olduğuna göre kendi güvenliği konusunda kendi bacağından asılması gerekecek. Türkiye bu dönemde Rusya ile iyi ilişkiler içinde olsa dahi bu kurulacak yeni AB güvenlik mimarisinde katkıda bulunanlardan biri olmalı. Kendi güvenliği açısından da önemli bu. Dış politikanın en önemli işlevi ülkeye refah getirmesidir. Ülkesine refah getirmeyen bir dış politika başarılı bir dış politika, başarılı bir politika sayılamaz. Bunun için de bazen kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim dersiniz. Bazen heyheylenir karşı tarafa diklenirsiniz. Fakat diplomasi denen şeyi oyun dışı bıraktığınızda varabileceğiniz pek fazla yer yoktur.
PARADA YENİ TEKNOLOJİLER
“Doğacak yeni işçi sınıfının maaşı blok zincir ile ödenecek”
Kripto paralar konusunda Nasıl Bir Ekonomi TV Sunucusu Berfin Çipa’nın sorularını Web3 Teknolojileri Derneği Kurucusu Buğra Ayan yanıtladı.
■ Web3 Teknolojileri Derneği Kurucusu Buğra Ayan: 150 yıl öncesine göre bambaşka bir teknoloji var. Artık sistemler daha dinamik hale geldi. Yeni bir işçi sınıfı doğuyor ve biz onların maaşını blok zincir ile ödeyeceğiz. Şuan ileri teknolojilerde ara bir formül üzerine çalışıyoruz. Mesela Devin isminde yapay zeka yazılım mühendisi var. Gelecek ile ilgili görüntüleri bile görebiliyorsunuz. Ancak gördükleriniz sizde korku da yaratıyor. O yüzden ince bir sınır gerekiyor. Blok zincirde yeni bir kitle var. Kimse artık toplantılarda kartvizit kullanmıyor, serbest kıyafetler giyiyor, sistemler dijitalleşti. Bu yüzden şirketlerin de hızlanması lazım. Yeni işçi sınıfının arasında olduğunuz sürece işin içinde de oluyorsunuz.
Yılın yorgunluğunu aktivitelerle attılar
Dönüşen Liderlik Zirvesi’nin katılımcıları bir taraftan güncel gelişmeleri ele alırken, bir taraftan da çeşitli aktivitelerle günün yorgunluğunu attılar. Düzenlenen farklı workshop’larda hünerlerini sergilediler. SushiCo’nun sponsorluğunda düzenlenen “Suşi Workshop”unda (yukarıda) yorgunluklarını giderdiler. Öte yandan CVS Hava KentPorföy Yönetim Kurulu Başkanı Erkut Çavuş’un destekleriyle röportaj köşesi kuruldu. Zirveye katılan CEO’larla gerçekleştirilen röportajlar, Nasıl Bir Ekonomi TV YouTube kanalından çok kısa bir süre sonra izleyicisi ile buluşacak.
PWC REKABET ARAŞTIRMASI
Türkiye, rekabetçilikte son beş yılda geriledi
EKONOMİ Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Güldağ’ın yönettiği “PwC Rekabet Araştırması” oturumunda PwC tarafından hazırlanan “Türkiye’nin Küresel Rekabetçilik Seyri, İhracat ve Doğrudan Yabancı Yatırımlara Bakış Raporu” sonuçları açıklandı. Çalışma kapsamında Türkiye’nin küresel ticaret ve doğrudan yabancı yatırım görünümü değerlendirildi. Ayrıca bu alanda rakip ülkeler belirlenerek bu ülkelerle kıyaslamalı rekabetçilik performans analizleri yapıldı. Genel rekabetçilik görünümünü ortaya koymak adına incelenen Dünya Rekabetçilik Endeksi’nde Türkiye, 2015-2019 yılları arasında 62 ülke arasında 44’üncü iken, 2020-2024 yılları arasında 64 ülke arasında 50’nci sıraya geriledi. Çalışma kapsamında gerçekleştirilen rekabetçilik analiz bulgularına göre; Türkiye son 5 yılda ihraç ettiği ilk 10 ürün grubu özelinde küresel rekabetçilikte sınırlı bir düşüş, ilk 10 ihraç pazarındaki rekabetçilikte ise sınırlı bir artış kaydetti. Türkiye, 11 ülkelik rakip ülke setinde küresel rekabetçilikte 7’nci sırada yer alırken, ilk 10 ihraç pazarındaki rekabetçilikte 6’ncı sırada yer aldı ve konumunu son 10 yılda korudu.
Doğrudan yatırımlarda Avrupa halen lider
Rekabetçilik konusunda Türkiye ile karşılaştırılan ülkeler sırasıyla: Polonya, Macaristan, Romanya, Meksika, Kolombiya, Ürdün, Hindistan, Filipinler ve Güney Afrika olarak sıralandı. Bu ülkelerin seçilmesinde ise ihracat performansı ve gelişmişlik düzeylerinin Türkiye’ye yakın olması etkili oldu. Araştırmada sanayi sektöründe yapılan doğrudan yatırımlar içerisinde en büyük payı imalat sektörünün aldığı görüldü. 20142018 arasında imalat sektörü doğrudan yatırımlarda yüzde 69 pay alırken bu oran 2019-2023 yılları arasında yüzde 82’ye yükseldi. Yatırımların dağılımı ele alındığında ise ilk üçte gıda, içecek ve tütün ürünleri imalatı yüzde 23 ile aslan payını alırken, kok kömür ve rafine edilmiş petrol ürünleri imalatı yüzde 17 ile ikinci, bilgisayar elektrik-elektronik, optik ürünlerin imalatı ve kimyasalların, kimyasal ürünlerin temel eczacılık ürünleri ile malzemelerinin imalatı yüzde 13’er ile üçüncü sırada yer alıyor. Bölgesel olarak Türkiye’ye yapılan doğrudan yatırımlarda Avrupa yüzde 67’yle ilk sıradaki yerini korurken, bu bölgeyi yüzde 20 ile Asya takip ediyor. 2019-2023 yılları arasındaki dönemde ABD’deki yatırımlar ise yüzde 8’den yüzde 10’a yükseldi.
Uzun süredir uğramayan yatırımcılar ülkemize tekrar kapı açtı
Türkiye’de kamu yönetiminin, iş dünyası yönetim verimliliği ve altyapıda ekonomik aktivitenin iyi olmasına rağmen kendisini yeterince geliştiremediğini görüyoruz. Bu durumun rekabet ettiğimiz ülkelerde de benzer olduğunu görüyoruz çünkü yatırım ve para güvenilir ülkelere doğru gidiyor. ABD, İngiltere, Avusturya gibi ülkeler yatırım yapılabilirlik konusunda öne çıkmaya başladı.
■ PwC Türkiye Kıdemli Ortağı Cenk Ulu: Bu çalışmayı yapmamızın iki sebebi var: Bunlardan ilki güven oluşturmak diğeri ise sorunlara çözüm bulmak. Baktığımızda Türkiye’de son yıllarda yabancı yatırımcı veya yerli sanayi firmaları yatırım yaparken rekabet ettiği ülkeler karşısında rekabet gücünü yitirdi mi? Yitirmedi mi? Özellikle ihracat ve üretim yapmak için yabancı sermaye çekme hususlarında bir araştırma yapmak istedik. Yabancı ülkelerle rekabet ettiğimiz noktalarda bir metodoloji yaptık. İlk önce Küresel İhracat Performansı ve Dünya Rekabet Endeksi’ne baktık. Sonrasında IMF’nin gelişmekte olan ülkeler raporlarını inceleyerek bize rakip olabilecek ülkeler arasında bir karşılaştırma yaptık. Baktığımız Rekabetçiliği sıraladığımızda Türkiye, 10 ülke arasından 5’incilikten 6’ncılığa inmiş durumda. Genel olarak bakıldığında ise gelişmekte olan tüm ülkelerin rekabet gücünde bir azalma olduğunu görüyoruz. Finans, perakende, fintech, sağlık…
İkinci noktayı söylemek gerekirse son bir yılda yani seçimden sonra yabancı yatırımcıların yenisi geliyor mevcut yatırımlar devam ediyordu. Son 1 yıldır özellikle danışmanlık ekiplerimiz şunları görüyor. Finans, perakende, fintech, sağlık alanlarında bize uzun süredir uğramayan yatırımcıların ülkemize tekrar kapı açtıklarını görüyoruz. Şunu da belirtmek lazım mevcut politikaları devam ettirmemiz önemli, özellikle yatırımcının en çok korktuğu konuların başında enflasyon geliyor. Yanı sıra Çin pazarı yatırımlar için Avrupa ve ABD pazarı için kapanmış duruyor. Rusya-Ukrayna savaşı kuzey bölgemizdeki yatırımların önünü tıkıyor. İsrail, Filistin ve Lübnan’daki savaş, Güney bölgemizdeki yatırımları riskli kılarken bu durumun ülkemizdeki orta vadedeki yatırımları etkileyeceği anlaşılıyor.
DÖNGÜSEL EKONOMİ
Bu maliyeti kim ödeyecek?
Dönüşen Liderlik Zirvesi’nde PwC Türkiye Müşteri ve Endüstri Grupları Lideri Cihan Harman moderatörlüğünde “Döngüsel Ekonomi” konulu panel düzenlendi.
“Gelecek kuşakların hakkını yiyoruz”
■ Rönesans Gayrimenkul Yatırım AŞ Genel Müdürü Yağmur Yaşar: İnşaat sektörü dünyadaki emisyonun yüzde 40’ından sorumlu. Karbon salınımının yüzde 35’i binalardan kaynaklanıyor. Rönesans olarak, 15 yıldır sürdürülebilirlik önceliğimiz. Bu ölçümlemeye başlandığı 1971’lerde yaklaşık bir yıl iken günümüzde 7-8 ay gibi kısa sürede düştü. Bu şu demek bizden sonraki kuşakların hakkını yiyoruz. Türkiye, 11 Haziran itibarıyla bir yılda kullanması gereken kaynakları kullanmış durumda. Geçen yıl bu 22 Haziran’dı, giderek öne çekiliyor. Bizim 5 milyon m2 yapımız var. Bunun çoğunluğu yeşil bina. Birkaçını da bazı önlemlerle yeşil yapacağız.
“Müşteri bilinçlendi ama... ”
■ İSKUR Holding YKB Vekili İsmail Kurtul: Tüketim alışkanlıkları değişiyor. Özellikle global markalarda tüketim israfı var ve artıyor. Doğrusal ekonomiden döngüsel ekonomiye girmede katma değerli kısmında ilerlersek Avrupa'da daha güçlü olma şansımız var. Risk olarak baktığınızda müşteri ve tüketici bunun maliyetini karşılamak istemiyor. Herkes bilinç ve farkındalık olarak dünden bugüne daha iyi bir noktaya gidiyor ama bunun maliyetini karşılamak konusunda herkes hemfikir değil.
“Su ayak izini de konuşmalıyız”
■ MKS DevO YKB M. Korgün Şengün: Döngüsel ekonominin bir bedeli var. Ayşe teyze deterjan aldığında makineye nasıl koymasını bilir ama deterjanın içinde ne olduğunu bilmek zorunda değil. Bunu üreticiler çalışmak zorunda. Dünyanın kütlesinin yüzde 75’i hidrojen. Elementel olarak doğada yok, muhakkak birleşiyor ama en yüksek enerji kütle oranına sahip. Bir kilo yeşil hidrojeni yakarsanız 33 kilowatt enerji alırsınız, elde etmek için 50 kilowatt saat enerji harcarsınız. Bir kilo yeşil hidrojen için yüksek kalitede 9 kilo su lazım. Hidrojenin tam anlamıyla hayatımıza girmesi için 2050’yi bekleyeceğiz. Su yerine koyması mümkün olmayan kaynak. Suyun kıymetini bilecek medeniyeti inşa edemedik. Karbon ayak izi konuşuyoruz. Su ayak izi duydunuz mu? Su döngüsü açmazda, doğanın çevriminden daha fazla tüketiyoruz. Su ayak izini hayatımızın odağına almalıyız.
DÜNYA VE TÜRKİYE’DE YUMUŞAK İNİŞ MÜMKÜN MÜ?
“Ekonomi yumuşak inişte”
Türkiye ekonomisinde kısa vadede dengelenme, normalleşme süreci yaşandığını söyleyen eski TCMB Başekonomisti Prof. Dr. Ali Hakan Kara, “Para politikası uzun süre sıkı kalacak. Bu aşamada yumuşak iniş senaryosu temel olacak. Sert bir iniş beklemiyorum. En önemli konu programın sürdürülebilirliği” dedi.
Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi olan Prof. Dr. Ali Hakan Kara, "Dünya ve Türkiye’de Yumuşak İniş Mümkün mü?" konulu konuşmasında Türkiye ve dünya ekonomisinde yaşanan gelişmeleri ve bunların reel sektöre etkileri hakkında değerlendirmelerde bulundu. Yumuşak inişin mevcut para politikalarının sürdürülebilirliği açısından çok önemli olduğunu vurgulayan Kara, “Salgın döneminde enflasyon ile mücadele için merkez bankaları sıkılaştırma yolunu tercih ederken Türkiye tam tersi bir yöne gitti. Şimdi onlar enflasyonu düşürmeyi başardılar ve onun keyfini sürüyorlar” dedi. Bölgeler olarak bakıldığında ABD’de enflasyonda eğilimlerin iyileştiğini anlatan Kara, “Bundan sonra FED’i takip edeceğiz. ABD bu işi yumuşak iniş ile halledebilirse bizim gibi ülkeler için iyi olacak” dedi. Gelişmelerin pariteye etkisi konusunda ise Prof. Dr. Kara, “Geçen temmuz ayından bu yana dolar değer kaybediyor. Bu eğilim de ihracatçıları rahatlatıyor. Çünkü Euro’nun daha değerli olması hem finansal hem de ticari açıdan işimize yarayan bir durum. Son birkaç aydır bundan faydalandık ama muhtemelen bu eğilim devam etmeyecek. Çünkü ABD verileri daha iyi gelecek” diye konuştu.
Çin eski büyümelerini uzun süre göremeyecek
Dünyada büyüme kompozisyonuna bakıldığında imalat sanayiinin zayıf olduğunu, hizmetlerin ise fena gitmediğini belirten Kara, “AB tarafına bakıldığında benzer bir görünüm var. İmalat daha zayıf. Tüm bölgeler bazında yavaşlama var. Hatta şimdi farklı olarak Çin de yavaşlıyor. Daha önce Çin ivme kaybederken dünya Çin’i götürürdü. Şimdi Çin de yavaşlıyor. Bu da bizi farklı bir konjonktüre götürüyor. Çin yeni tedbirler açıkladı. Ülkede 3 faz görünüyor. Birincisi Çin büyümeyi bir süre başardı, daha sonra bir yerde tıkandı. Sonrasında şirketler kesimi borçlandı. Bununla büyüme devam ettikten sonra hane halkı borçlandı ve bir süre de bu şekilde devam etti büyüme. O da belli bir doyuma ulaşınca şimdi kamu harcaması lazım. Bazuka gibi girmesi lazım Çin’in ama ülkenin büyümesi eski seviyelere uzun süre dönemeyecek” şeklinde konuştu.
Bunun Türkiye’ye yansıması konusunda ise Kara, şu ifadeleri kullandı: “Çin’in yavaş büyümesi bizim için kötü değil. Çünkü Çin’e fazla ihracat yapmıyoruz. Yavaş büyümeleri sayesinde de enerji, emtia ve hammadde fiyatları çok hızlı artmıyor. Yönetimin enflasyonu ve dış açığı düşürmeye çalıştığı dönemde bunların fiyatlarının artmaması işimize yarıyor. Öte yandan ithalat da dolar cinsinden azalıyor” diye konuştu. Hakan Kara, Türkiye’nin ihracat pazarlarına bakıldığında bu ülkelerdeki büyümenin Türkiye için potansiyel dış talep anlamına geldiğini belirterek, “Mevcut programın başarısı için ihracat tarafının toparlaması lazım. Şu an zayıf gidiyor çünkü hem dış dünya hem de döviz kuru zayıf” dedi.
“Türkiye’nin kendi bahçesi daha önemli”
Türkiye’de yaşanan gelişmeler konusunda da Kara, dünyadaki gelişmelerden ziyade Türkiye’nin kendi bahçesinin düzelmesinin daha önemli olduğunu vurgulayarak, “Yeni ekonomik dönem bir yıldır devam ediyor. Yüksek faize geçiş şirketlerin iş yapma şekillerini değiştiriyor. Borçlanması yüksek şirketler zorlanırken öz kaynak ile devam edenler daha rahat devam ediyor. Türkiye dış finansman sorunu yaşamıyor. Ciddi girişler var ama faiz için geliyorlar. Böyle bir giriş olunca da Merkez Bankası döviz rezervlerini aktif bir şekilde yönetiyor. Şu anda bir taraftan döviz kuru yumuşatılmaya bir taraftan da rezerv biriktirilmeye çalışılıyor. Yerel seçimlerden bu yana muazzam bir birikim oldu. Dış pozisyonda iyileşme var, risk primimiz düşüyor. Son 10 yılda ilk kez kredi notumuzu artırdılar. Mevcut programa sadık kalınırsa önümüzdeki yıl yine not artışı gelebilir. Ama yatırım yapılabilir seviyeye gelmek için çaba göstermek gerekecek” diye konuştu.
Türkiye’nin mali bir kapasitesi, ekonomiyi destekleme potansiyeli var. En önemli konu programın sürdürülebilirliği. Kısa vadede iyileşmenin devam edeceğini düşünüyorum. Kamu harcamasının daha fazla olması ve dış dünyanın desteği çok kritik. Yine şu an yaşanan en büyük zorluklardan bir diğerinin kamuoyunun beklentilerinin henüz iyileşmemesi olduğuna dikkat çeken Kara, “Finansal sektör epey iyimser tarafa döndü ama kamuoyu o kadar iyimser değil. Politikaların sürdürülebilirliğine ilişkin tereddütleri var. Beklentileri iyileştiremezsek enflasyon ile mücadelede bir maliyet olacak. Bu da uzun sürecek. Güven ve beklenti meselesi çok kritik” dedi.
Kurun dizginlenmeye devam edileceğini de belirten Kara, bunun öngörülebilirliği artırsa da ihracatçı açısından iyi olmadığını belirtti.
TL’nin sanılanın eksine çok pahalı olmadığına da dikkat çeken Kara, “Dünyaya göre son iki yılda çok hızlı pahalandı ama aşırı da değiliz. Herkes son iki seneye bakıyor. TL değerli ama bıraksan 50-60’a gidecek bir dolar kuru yok. TL değerli ise turizm harcamaları neden hala artıyor. Reel kura bakıldığında ihracatçıları çok mutlu eden bir görünüm olmayacak. TL bir müddet daha yatay kalacak. Önümüzdeki yıl ikinci yarından itibaren tersine dönüş olabilir. Kısa vadede bir dengelenme, normalleşme süreci yaşıyoruz ama para politikası uzun süre sıkı kalacak. Borçlanma maliyetleri hızlı düşmeyecek. Bu aşamada yumuşak iniş senaryosu temel olacak. Sert bir iniş beklemiyorum. Türkiye’nin mali bir kapasitesi, ekonomiyi destekleme potansiyeli var. En önemli konu programın sürdürülebilirliği. Ben kısa vadede iyileşmenin devam edeceğini düşünüyorum. Bu dönemde kamunun harcamasının daha fazla olması, kurumsal düzenleme tarafında adımlar atılması ve dış dünyanın desteği çok kritik” değerlendirmesini yaptı.
Sanayi tarafında yavaşlama var
Finansal piyasalarda yaşanan gelişmelerin reel sektöre yansıması konusunda Hakan Kara, “Orada şu an sert bir iniş yok. Net ihracatın payı artıyor ama bunun sebebi ithalattaki düşüşten kaynaklanıyor. İhracatın artması lazım ancak sürdürülebilirliği konusunda soru işaretleri olsa da genel olarak sert bir yavaşlama yok. Sanayi tarafında bir yavaşlama var. Sebebi de TL’nin nispeten değerli olması. Öte yandan biz hem üretip hem de ithalat mı yapıyoruz yoksa üretmeden ithalat mı yapıyoruz. Bu konuda en güzel gösterge tüketim malları ithalatında yaşanan artış. Reel anlamda üretim durağanlaşırken ithalat artmaya devam etmiş. Bu politika uzarsa sıkıntı yaşayabiliriz” uyarısında bulundu. Sanayi tarafının iyi gitmediğini bir daralmanın yaşandığını anlatan Kara, bunun temel sebeplerinin ise dış dünya ve kur olduğunu söyledi.
NASIL BİR BÜYÜME
Tek ekonomi politikası para politikası; tek iktisadi dert de enflasyon değildir
TSKB Başekonomisti Burcu Ünüvar, dünya ve Türkiye için ‘Nasıl bir büyüme’ sorusunun cevabını kalkınma bankası iktisatçısı gözünden dinleyicilerle paylaştı. “Size sunum değil, çağrı yapmak istiyorum ve ‘Kalkın’ diyorum” ifadeleri ile söze başlayan Ünüvar, “Kalkınma bankacıları olarak biz ‘Geride kimseyi bırakmayacağız’ diyen iktisatçılarız. Biz mutfakta şangırtı koptuğunda ‘Ne kırıldı’ diye değil, ‘İyi misin’ diye soran iktisatçılarız. Bu sunumda da hem dünya hem Türkiye ekonomisine ‘İyi misiniz’ diye sormak istedik” ifadelerini kullandı. Küresel hasılanın 1980’den bu yana ‘yıkılmamış’ olduğunu dile getiren Ünüvar, “Dünyada hiçbir bölge önümüzdeki 5 yıl, geçmiş 20 yıldaki büyümesinin üstüne çıkamayacak. IMF ekonomistleri her yıl, 5 yıl sonrası için büyüme tahminlerini aşağı çekmişler. Dünyanın büyüme problemi var. Enflasyonu ve para politikasını çok konuşuyoruz ama tek ekonomi politikası para politikası, tek para politikası da faiz değil. Tek iktisadi dert de enflasyon değil” dedi.
2008 krizi sonrası 2011’e gelindiğinde beklenen iyileşme ile gerçekleşen iyileşmenin arasındaki farkın dünya nüfusunun gelirinin yüzde 20’sine eşit olduğuna dikkat çeken Ünüvar, şöyle devam etti: “Yani biz ne yaptık? 5 kişilik masaya 4 kişilik yemek koyabildik. Ama bu sırada ABD hisse senetleri durdurulamaz seviyede yukarı çıktı. Emekçinin milli gelirden aldığı pay gerilerken, birileri zenginleşti. Dünya ekonomisinde tek başarımız paralel parkı robotlara yaptırmak olmamalı bence. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, açlık, aşırı yoksulluk gibi sorunlar var. İklim krizini çözseniz bile ekosistem krizi dediğimiz çok daha büyük bir kriz var. Bütçe dengenizi etkiliyor, yatırım çekme becerinizi etkiliyor, borçlanma maliyetinizi etkiliyor, borsadaki şirketlerinizin kredi derecelendirme notunu etkiliyor. Ben hem vatandaş hem iktisatçı olarak ekosistem krizinden etkileniyorum. İklim krizlerine karşı daha kırılgan olan ülkeler borçlanmaya çıktığında daha fazla faiz ödüyorlar.”
Türkiye’deki ekonomik görünüme ilişkin değerlendirmelerine enflasyon ile başlayan Ünüvar, “2024, 2025 ve 2026’da da yüksek enflasyonu dert etmemiz gerekecek. Enflasyonla mücadele toplumsal mutabakat gerektirir. Akla ilk gelen ücretleri baskılamaksa toplumsal mutabakata zarar verirsiniz. Onların yükseltmediği bir enflasyonu onların düşürmesini beklediğiniz insanlar bu mutabakata katılmazlar. Bütçe konusunda da ‘Aman harcamayalım’ yaklaşımına katılmıyorum; kişilerin yaşamını iyileştirmenin tek yolu zam yapmak değildir. Kamudan aldığımız hizmetin iyileşmesi de önemli katkı olacaktır. Ancak bütün konunun enflasyon ve faize indirgendiğini düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
Türkiye’de sanayinin yüksek teknoloji ve yüksek katma değerli ürünlere yoğunlaşması gerektiğine dikkat çeken Ünüvar, "Türkiye’de yüksek teknolojili tesis sayısı maalesef çok az. Bir tesisin bu işi çok iyi yapması yetmiyor. Büyük küçük daha fazla tesis bu işe girmeli" dedi. Yabancı yatırımcı konusunda dikkatli olunması gerektiğini söyleyen Ünüvar, dünyada korumacılığın arttığını, Çin’in nerede duvara çarparsa en yakın ülkeye yerleşmeye çalıştığını kaydetti.
Ünüvar, “Şimdi Avrupa’da duvara çarptı, oraya en yakın ülkeye yerleşmeye çalışıyor. Türkiye’de ihracat miktar olarak artsa da karlılık olarak iyi durumda değil. Enflasyonu çok konuşuyoruz, ama bir 3 yıl sonra enflasyonu düşürmüş olalım, o zaman diyeceğiz ki ‘Ama biz sanayiyi konuşmayı unuttuk, para politikası dışında başka bir şey konuşmayı unuttuk’. Dolayısıyla kadınlarımızı daha fazla iş gücüne katacağız, gençlerimize iş bulacağız. Yurtdışında okumuş biri olarak söylüyorum, eğer ülkeniz iyi durumda değilse orada başınız eğik oluyorsunuz. Başları dik olsun diye ülkemizde bütün bu çalışmaları yapmamız gerekiyor” diyerek sözlerini tamamladı.
FİNANSAL RİSKLERİ YÖNETEK
Finansal liderler yalnızca mali tabloların arkasındaki isimler değil
‘Finansal Riskleri Yönetmek’ panelinde risk analiz parametrelerine ilişkin önemli değerlendirmeler yapıldı. Ekonomi Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Handan Sema Ceylan’ın yönettiği oturumda bu dönemde risk ve riske bağlı parametreleri iyi yöneten firmaların reel sektörde bir adım öne geçeceğine vurgu yapıldı.
■ Eksim Holding CFO’su Bora Çermikli: Dünyamız, belirsizliklerle çevrili bir ekonomik düzende hızla değişiyor. İç savaşlar, bölgesel çatışmalar ve pandemi derken hem küresel hem de yerel düzeyde krizler bir birini takip ediyor. Belirsizliklerin boyutunu da tahmin etmenin güçleştiği günümüzde, finansal risk yönetiminin parametreleri de değişiyor. Bu noktada sürekli güncel bilgi ile stratejileri, risk planlarını güncel tutmak büyük önem arz ediyor. Finansal belirsizlikler ve ekonomik dalgalanmalar, CFO’ların en büyük sınavlarından biri. Risk senaryolarının ucu açık bir hikayeye dönüştüğü bu tür zamanlarda finansal liderler, karar mekanizmalarında daha kapsayıcı, diğer takım liderlerine yol gösterici nitelikte bir rol üstlenmek mecburiyetinde. Günümüzde finansal liderler artık yalnızca mali tabloların arkasındaki isimler değil, aynı zamanda şirketin rotasını belirleyen stratejik vizyonerler olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle döviz kuru risklerine karşı aktif stratejiler geliştirerek kârlılığı olumsuz etkileyebilecek dalgalanmaların minimize edilmesine yönelik alternatif planlar belirlenmeli. Eksim Holding olarak nakit akışımızı günlük projeksiyonlarla takip ederek likiditeyi her an erişilebilir kılmaya özen gösteriyoruz. Böylelikle veri odaklı karar alma kültürümüzü güçlendirerek hem öngörülebilirliği artırıyor hem de grup şirketlerimizin geleceğe daha sağlam adımlarla ilerlemesini sağlıyoruz.
"Yatırımları hız kesmeden sürdüreceğiz"
Finansal risk yönetiminin doğru yönde, sahici şekilde ilerleyip ilerlemediği, stratejik kararların ne kadar sağlam bir zemine oturduğu sorusunun cevabından besleniyor. Belirsizlik ne kadar büyük olursa olsun, güçlü bir finansal liderlik ve vizyoner bir bakış açısıyla krizlerin fırsata dönüşebileceğine inanıyorum. 2025'te de enerji ve gıda fiyatlarındaki dalgalanmalar maliyetlerimizi etkileyecek. Artan operasyonel ve finansal maliyetler karşısında hedeflerimizin en başında, her iş kolumuzda kârlılığın korunması yer alıyor. Eksim Holding olarak enerji üretim ve gıda tarafında önemli büyüklükte bir yatırım portföyünü yönetiyoruz. Özkaynak ihtiyacını karşılamaya devam ettiğimiz sürece, yatırımlarımıza hız kesmeden devam etmeyi öngörüyoruz. Özellikle yenilenebilir enerji alanındaki güçlü konumumuzu daha da ileri taşımayı arzu ediyoruz.
FİNANSAL RİSKLERİ YÖNETMEK
“Enflasyonla mücadelede başarı için program sorun çözmeli"
Ekonomi Gazetesi Ankara Temsilcisi Maruf Buzcugil, TOBB ETÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatih Özatay ile oturumun gündemini ele aldı.
■ TOBB ETÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fatih Özatay: Enflasyonla mücadele derken hep bir acı reçeteden bahsediliyor ama böyle olması gerekmiyor. 2001’de başlayan sürece bakabiliriz. Uygulanan yöntemlerde enflasyon 65 puan düştü. Bunlar hep programa bağlı sonuçlar. Bugün bir takım maliye politikaları uygulanıyor. Kredi arzı kısıtlaması var, makro ihtiyati birtakım önlemler var. Enflasyonla mücadele için uygulanan programın doğru sonuç vermesi için sorunları çözüyor olması lazım. Enflasyonu düşürebilmek için önce güveni sağlamalıyız. Bütüncül bir program gerekiyor, hala da yapılabilir. Program uygulanmaya başladığında temel korku ne kadar süreceğiydi. Bir gece her şeyin değişilebileceği korkusunu ortadan kaldırmak lazım. Korkunun nereden kaynakladığına bakarak üzerine gitmek gerekiyor.
TÜİK’in verileri bir dolu rakamla karşılaştırıp farklı enflasyonlar çıkarılıyor. Merkez Bankası 2001’de bağımsız yapılmıştı, bunu da göstermişlerdi. Yani doğru bir iletişim ile neyin, nasıl yapıldığını da kamuoyuna iyi anlatabilmek gerekiyor. Ekonomi yönetiminin faiz indirimini enflasyona beklentilerine göre yapabilmesi için kamuoyunu ikna edici şekilde anlatması lazım.
ETİ BAKIR GENEL MÜDÜRÜ ASIM AKBAŞ:
Atıklar geri dönüşümle katma değere dönüşecek
Eti Bakır Genel Müdürü Asım Akbaş, “İş Dünyası’nda Diyalog” oturumunda EKONOMİ Gazetesi Genel Koordinatörü Vahap Munyar’ın sorularını cevapladı. Türkiye’nin metal sektöründeki durumunu ve Eti Bakır’ın çevre dostu üretim stratejilerini anlatan Akbaş, Eti Bakır olarak atıkları katma değeri yüksek ürünlere dönüştürdüklerinin altını çizdi. Bu yatırımlara devam edeceklerini ifade eden Akbaş, bu stratejiyle Türkiye’nin metal sektöründeki konumunu güçlendireceklerini belirtti. Atık kavramının bir ürüne dönüştürülerek pazarlamasının yapıldığında inanılmaz bir katma değer oluştuğuna vurgu yapan Akbaş, “Ayrıca atık depolama maliyetinden kurtuluyorsunuz. Diğer sektörlere de bunu bir örnek olarak sunuyoruz” dedi.
“Bu işler bisiklet çevirmek gibidir, pedal çevirmeyi bıraktığınız anda düşersiniz” diyerek sürdürülebilirlik ve yenilikçi yatırımların önemine dikkat çeken Akbaş, Eti Bakır’ın Mardin Mazıdağı’ndaki yatırımına da vurgu yaptı. Buradaki üretimlerinin döngüsel ekonomiye yüzde 100 uyumlu olduğunu belirten Akbaş, kimyasal gübre yatırımı sayesinde sülfürik asidi geri dönüştürerek gübre haline getirdiklerini, ardından atıkları ayrıştırarak ekonomiye kazandırdıklarını vurguladı.
Kobaltı daha katma değerli bir ürün haline dönüştürmek için İngiltere’de bir tesis satın aldıklarını ve burada Ar-Ge çalışmalarına devam ettiklerini aktaran Akbaş, şu bilgileri verdi: “Liverpool Widness’te bir tesis satın aldık, burayı da bir Ar-Ge merkezine dönüştürdük. Burada kobalt uç ürünlerini üretmeye devam ediyoruz. Amacımız atık kavramını ortadan kaldırarak, her çıkardığımız ürünü yine çıkardığımız her değerden sonra kalanını da bir ürün olarak değerlendirmek. Burada 14 çeşit kobalt ürünü üretiyoruz. Gıda, boya, eczacılık kimya gibi sektörlere hammadde olarak veriyoruz. Tesisin en önemli özelliklerinden biri, başka ülkelerden fizibilite teklifleri almamız. Batarya atıklarının tekrar üretime katılması, içerisindeki kobalt ve nikelin ayrıştırılması hedefleniyor. Japonya’nın büyük bir firması ile bir fizibilite sözleşmesi imzaladık. Bu iş ile ilgili önemli bir adım atacağız.”
Kobalt ihracatı 60 milyon dolara ulaştı
Türkiye’de üç sene öncesine kadar kobalt üretimi ve ihracatı açısından önemli bir gelişmenin olmadığına değinen Akbaş, “Ar-Ge faaliyeti sonrasında ortaya bir rekor çıktı. Yıllık yaklaşık 2 bin 500 ton metal karşılığında kobalt ve kobalt ürünleri ihracatı yapıyoruz. Yılda yaklaşık 60 milyon dolar gibi ek bir ihracat geliri elde ediyoruz. Ciddi bir rakam çünkü sıfır olan bir şeyi direkt 60 milyon dolara çıkarıyoruz” ifadelerini kullandı.
Üretimin sürdürülebilir şekilde yapılması gerektiğine dikkat çeken Akbaş, çevre ve insana duyarlı, yüksek katma değerli bir iş modelinin önemini belirtti. Eti Bakır’ın bu kapsamda Samsun’da nadir görülen bir Ar-Ge tesisi kurduğunu ifade eden Akbaş, üniversitelerin bu tesisi ücretsiz kullanabilmesi için kapılarını açtıklarını söyledi. Amaçlarının kamuya da fayda sağlayacak projeler geliştirmek olduğunu belirtti.
Samsun’daki yatırım 2027’de devreye girecek
Mazıdağı’ndaki yatırımın benzerini Samsun’da yapmayı planladıklarını ifade eden Akbaş, Samsun’daki yatırımın ön fizibilitesinin tamamlandığını ve yatırım sürecinin 2,5 yıl süreceğini söyledi. Bu yatırımla yılda yaklaşık 2 bin ton kobalt ve 4 bin ton çinkonun ekonomiye kazandırılacağını dile getiren Akbaş, “1000 kişilik ek istihdam yaratmış olacağız. Mardin’deki yatırımımız iyi bir örnek, tersine göç oldu ve nüfus yükseldi. Yan sanayiye katkısı oldu. Yatırımımızı 2027 ortalarında devreye almayı planlıyoruz” diye konuştu.
Elektrikli otomobiller bakır kullanımını 6 kat artırdı
Türkiye’nin yıllık 500 bin ton bakır tüketiminin yalnızca 100 bin tonunu üretebildiğini ifade eden Asım Akbaş, bir kısmının geri dönüşümle sağlandığını, büyük bir bölümünün ithal edildiğini söyledi. Türkiye genelinde 9 tesisle faaliyet gösterdiklerini belirten Akbaş, ürettikleri bakır cevherlerini Samsun’daki fabrikalarında metal haline getirdiklerini açıkladı. Bakırın, yeni teknolojilerde kullanımının hızla arttığını dile getiren Akbaş, bir otomobilde yaklaşık 50 kilo bakır kullanıldığını, elektrikli araçlarda bunun 250-300 kiloya çıktığını belirtti. Akbaş, alternatifi bulunmadıkça bakır talebinin artacağını vurguladı.
KÜRESEL ÜRETİCİ OLMAK
"HER ÜLKEDE MARKAMIZIN ARKASINDAYIZ"
Evyap’ın ürün sattığı her ülkede markasının arkasında durduğunu dile getiren Mehmed Evyap, “Biz markalarımızı oradaki ithalatçılara teslim etmek yerine ulusal distribütörlük işlerini alıp, kendi ekiplerimizle yönettik. Bütün ana pazarlarımızda kendi personelimizle satış yapıyoruz. Hem oluşan krizlerde tehditleri yöneterek hem de oluşan fırsatları değerlendirerek bu şekilde ne kadar doğru yaptığımızı anladık” dedi.
Evyap: 100 ülkeye ihracat yapıyoruz, 20’sinde liderliğe oynuyoruz
EKONOMİ Gazetesi Genel Koordinatörü Vahap Munyar’ın moderatörlüğündeki “Yerelden Küresele” oturumuna Evyap CEO’su Mehmed Evyap konuk oldu. Türkiye’de 100’üncü yılına yaklaşan Evyap’ın Malezya ve Endonezya yatırımlarını değerlendiren Evyap, şirketin büyüme ve küresel yatırım stratejisine ilişkin mesajlar verdi. Konuşmasına “Neden Güneydoğu Asya?” sorusunun yanıtıyla başlayan Evyap, “Malezya’ya bizi götüren hammadde oldu” dedi. Sabun endüstrisinin ana hammaddesinin hayvansal ve bitkisel yağ olduğunu aktaran Mehmed Evyap, 2010’lu yılların başına kadar hayvansal yağ bazlı sabun ürettiklerini sonrasında Güney Asyalıların sabun pazarında yükselen performanslarının dikkatlerini çektiğini belirterek, yakından araştırmaya karar verdiklerini anlattı. Malezya ve Endonezya’nın 80 milyon tonluk dünya palm yağı üretiminin yaklaşık yüzde 85’ini gerçekleştirdiğine işaret eden Evyap, palm yağından sabun üretimiyle dünyada daha rekabetçi olmayı başardıklarını ifade etti. Uluslararası bir firma olarak sadece Türkiye’de değil geniş bir coğrafyada rakiplerle mücadele ettiklerini dile getiren Evyap, bu nedenle Malezya’daki fabrikayı kurduklarını söyledi.
“Endonezya doğru adres”
Yaklaşık 100 ülkeye ihracat yaptıklarını, bunların 20’ye yakınında liderliğe oynadıklarını kaydeden Evyap, “Malezya yatırımıyla hem hammaddemizi değiştirdik hem de yarım dünya uzağa gittik” dedi. Zamanla sabunun yanına oleokimya işini eklediklerini kaydeden Evyap, şöyle devam etti: “Sonrasında oleokimya başlı başına bir iş haline geldi. Bu iş birimimizin geleceği için Endonezya’da şirket kurmak gerektiğine karar verdik. Malezya’ya yatırım yaparken Endonezya’yı çok uygun bulmamıştık. Sonrasında Endonezya sanayi politikasıyla öne çıktı. Bu nedenle o ülkeyi tercih ettik ve ikinci oleokimya tesisinin temelini attık. Yaklaşık 100 milyon dolar civarında bir yatırım yaptık.”
PARANIN YÖNÜ
"Ne zaman enflasyonu yeneriz ve kredi notları artar, o zaman borsa canlanır"
“Asansör Konuşmaları: Paranın Yönü” oturumunda EKONOMİ Gazetesi Yazarı Zeynep Aktaş moderatörlüğünde Gazeteci ve Yazar Abdurrahman Yıldırım, Gülman Grup Yönetim Kurulu Başkanı Polat Gülman ve İstanbul Portföy Genel Müdürü Barış Hocaoğlu ile sektörlerdeki durumu değerlendirdi.
“LÜBNAN’IN BİLE BORSASI BİZİM KADAR DEĞER KAYBETMEDİ”
■ Gazeteci ve Yazar Abdurrahman Yıldırım: Mevcut kredi notlarıyla yabancı yatırımcının gelme durumu yok. En spekülatifi geliyor, uzun vadeli ve kurumsal olanları gelemiyor. Borsada canlılık seçim sürecinde oluyor. Son seçime baktığınızda siyasi yönlendirmeler oldu, kazanç olabileceği gösterildi. Borsaya sermaye piyasasını bilmeyen insanlar geldi ve şanslarını denedi.
Bu yüzden yatırımcı sayımız arttı. Seçimden sonraki sonuç ne oldu? Umulan, yabancı yatırımcının gelmesi ve yatırım yapmasıydı ancak olmadı. Maalesef sermaye piyasasında güçlü bir kamuoyu oluşturucu bir medya da yok artık. Kamuoyunu aydınlatma ve bilgilendirme ayağı eksik. Borsanın 9 binlere düşmesini, Türkiye’yi bekleyen gayet olumsuz iç gelişmelerin yansıması, fiyatlaması olarak değerlendirebiliriz. Bu kadar düşmemesi lazımdı. Üzerine füze yağan Lübnan’ın bile borsası bizim kadar değer kaybetmedi. Bizde seçime yönelik bir borsa stratejisi var. Borsa seçimin gölgesinde yürüyebilecek bir alan olarak görülüyor. Şu an borsa kendi kaderiyle gidecek. Ne zaman enflasyonu yener, kredi notları artarsa canlılık olur. Borsaya yeni teknoloji şirketleri gelirse hak ettiğinden fazla prim yapar. Çünkü Türk insanı teknolojiyi keşfetmiş durumda, hatta Türkiye’de bulamadıkları için yabancı borsalardaki şirketlere yatırım yapıyorlar.
“TÜRKİYE’DE OYUN, FİNTEK, YAPAY ZEKÂ ŞİRKETLERİ ÇOK HIZLI İLERLEDİ”
■ Gülman Grup Yönetim Kurulu Başkanı Polat Gülman: Gülman Grup olarak öncelikle güvenli ortam arayışıyla yola çıktık. Girişim sermayesine odaklandık. Uzun vadede yatırım yapabileceğimiz girişimci ruhuna uygun yatırımlara odaklandık. Dünyada gayrimenkul dışında da çeşitli sektörlere girişim sermayesi ve fonlar aracılığıyla yatırım yaptık. Portföyü çeşitlendirmek için en az 10 yıl gibi sürecek yatırımlara girdik. Buna Türkiye ile başladık. Yatırımlarımızın yüzde 44’ü Türkiye’de, geri kalanı 27 ülke 35 sektörde yer alıyor. Direkt yatırım yaptığımız dünya çapında bir iki şirket var. Bu yatırımı da riskimizi yaymak için yaptık. Ölçülebilir riskler için fonları değerlendirdik. Türkiye’de oyun, fintech, yapay zeka şirketleri dünya çapında çok hızlı ilerledi. Dünyada ilaç ve genetik tedaviler için ayrılan bütçeler çok cazip. Yatırımcılara sağlık teknolojilileri, sürdürebilir yatırımlar, çevre ve altyapı fonlarını tavsiye edebilirim.
■ İstanbul Portföy Genel Müdürü Barış Hocaoğlu: Kabaca 3 milyar TL’lik bir portföy yönetiyoruz. Bugün yaşadığımız ekonomik durum neredeyse 90’larla aynı. İnsanlar maddi yatırımlarını enflasyona karşı korumak için yatırım yapıyor. KKM’den dağılanlar daha yüksek getiri getiren bir yere gitmişler gibi görünüyor. 2001 krizinden sonra yatırımcı sayısı 1 milyondu, 2018’de de aynıydı. Bugün 8 milyona yaklaştı. Döviz yatırımcısı şu an TL yatırımcısını fonluyor. Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçtiğimizden beri yatırımlarımız daha dalgalı durumda. Eskiden güçlü kararnameler alınıyordu, o yüzden ekonomimiz daha dalgalı olmaya mahkûm. Türkiye’ye döviz girişi olacak. Şu an döviz sahiplerinin varlıkları TL’ye karşı değer kaybedecek bir pozisyonda. TL’nin ileride kazandıracağını düşünüyoruz ama bunu suya yazı yazmak gibi düşünmek lazım çünkü bir gecede her şey değişebilir. Ara ara büyük dalgalanmalar olur ama bundan sonra ani gelişmelerin TL’nin güçlenmesinin önüne geçebileceğini düşünmüyorum. Dövizi çok sevmiyoruz, TL’yi seviyoruz, borsayı da eskisine göre seviyoruz diyebilirim.
YAPAY ZEKA MELEK Mİ ŞEYTAN MI?
“Tüm firmaların yapay zekayı kullanacağı binlerce alan var”
“Yapay Zeka Melek mi Şeytan mı?” oturumunda, Cerebrum Tech Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Dr. R. Erdem Erkul, EKONOMİ Gazetesi Yazarı Ussal Şahbaz’ın sorularını yanıtladı.
■ Cerebrum Tech Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Dr. R. Erdem Erkul: Biz 4 yıldır yapay zeka teknoloji alanında çalışıyoruz. Mühendis arkadaşlarımızla sosyal bilimcileri bir araya getirdiğimiz bir şirket kurduk. Teknoloji odaklı ekonomik büyüme modelini savunuyoruz. Bu modelde ürünler yapıyoruz. Kısaca, internet çıkışı olmadan chatGPT hizmeti veriyoruz. Güvenlik için verileriniz sizde kalıyor. Şirketlere kişiselleştirilmiş yapay zeka platformu yapma şansı veriyoruz. Sıfır yapay zeka platformu siz ne öğretirseniz onu öğreniyor ve yüzde 98 doğru cevap verdiğini görüyoruz. Şirketimiz kooperatif usulü, herkes ortak. Üretebilen çalışanlara hisse veriyoruz. Z kuşağını tutmak zor ama biz üç kuşak bir arada çalışıyoruz. Gençlerde şunu görüyorum; asgari ücretle çalışan çok iyi mühendisler de var ama şirkete ortak olmak ve eski önemli mühendis çalışanlarımızla çalışmak da motivasyon. ATM’ler hayatımıza girdiğinde ilk kasabalarda bankacılık sektörü korkuyor ama oralardan bankacılığın daha da büyüdüğünü görüyoruz. Yapay zeka da böyle olacak.
“Şirket geneline yayılmadığında pahalı bir yatırım”
■ PwC Türkiye PwC Türkiye Dijital Hizmetler Lideri Cem Aracı: Yapay zeka teknolojisi yeni değil. Neredeyse 40 yıldır var. Ama tabana yayıldığı için yeni bir teknoloji gibi geliyor. Yeni bir ekonomi mi? Evet. 2030’a kadar yaklaşık 16 trilyon dolar ekonomik katkı yaratacak. Herkes işimi elimden alacak mı? diye soruyor. Ama mevcut işleri dönüştürecek, yeni işler yaratacak. İnternet yokken e-ticaret yoktu, Youtube yokken youtuber yoktu. Yeni kurallar olacak. Bu işin risk tarafının ayrı değerlendirilmesi lazım. CEO önemli stratejik kararlar vermek için kullanacak, CFO’muz bütçe planlamasında, CCO’lar güvenlik önlemleri açısından kullanacak. Tüm firmaların yapay zekayı kullanacağı binlerce alan var. Bu kullanım alanı tuzağına da çok düşmemek lazım. Yapay zekayı dikey kullanım alanlarına sınırlandırırsak şirket geneline yaymak zor oluyor, Şirketlerin ölçeklendirilebilir alanları belirlemesi lazım.